Gülseren Başocak

Tarih: 21.12.2025 22:54

VİCDAN VE SORUMLULUK TEMELLİ

Facebook Twitter Linked-in

Bazı yaralar vardır; kanamaz ama bir ömür sızlar.
Çocuk istismarı tam da böyledir. Görünmez, konuşulmaz, örtülür… 

Ta ki bir çocuk daha sessizliğe teslim edilene kadar.

 

Sahada karşılaştığımız gerçekler bize şunu açıkça gösteriyor: İstismar vakalarının büyük bir kısmı, ilk işaretler fark edildiği hâlde görmezden geliniyor. 

Çünkü insanlar “yanlış anlamaktan”, “karışmaktan”, “sorumluluk almaktan” korkuyor. Oysa asıl korkulması gereken, suskunluğun bedelidir.

 

Bir annenin şu cümlesi hâlâ kulaklarımızda:

“Keşke daha önce sorsaydım… Suskunluğunu yorgunluğa yormasaydım.”

 

Bir öğretmenin itirafı ise toplumun ortak zaafını özetliyor:

“Davranışları değişmişti ama aileyi suçlamak istemedim.”

 

Bir çocuğun yıllar sonra söylediği şu söz ise her şeyi açıklıyor:

“Ben anlatmaya çalıştım, ama kimse dinlemedi.”

 

Bu cümlelerde suç yok, isim yok. Ama hepimize düşen bir sorumluluk var.

Çünkü çocuklar istismarı kelimelerle anlatmaz; 

davranışlarıyla, korkularıyla, içine kapanışlarıyla anlatır.
Onları anlayacak olan ise eğitilmiş gözler ve cesur yüreklerdir

 

Toplum olarak en büyük yanılgımız şudur:
İstismarın “istisna” olduğunu sanmak. Oysa istismar; her sosyoekonomik düzeyde, her mahallede, her şehirde karşımıza çıkabilen bir gerçektir. Kapalı kapıların ardında, “saygın” görünen ilişkilerin içinde de yaşanır. Bu yüzden mücadele, yalnızca faille değil; önyargılarla, tabularla ve suskunlukla da yapılmalıdır.

 

Bir sosyal hizmet uzmanının sözleri bu noktada çarpıcıdır:

“İhbarların çoğu geç geliyor. O geç kalan günler, çocuklar için çok uzun.”

 

İşte bu yüzden biz, Vizyon Hukukçular Derneği olarak yalnızca dosyalara bakmıyoruz.
Biz, önce çocuğun gözlerine bakıyoruz.
Bir bakışta yardım isteğini, bir suskunlukta alarmı görmeyi öğreniyoruz ve öğretmeye çalışıyoruz.

 

Bu mücadelede kimsenin kahraman olmasına gerek yok.
Sadece duyarlı olması yeterli.
Bir şüpheyi dile getirmek, bir soruyu sormak, bir kuruma başvurmak… Bunların hiçbiri “karışmak” değildir. Bunlar insan olmanın gereğidir.

 

Unutulmamalıdır:

Bir çocuk için yapılan her küçük müdahale, bir ömürlük karanlığı aydınlatabilir.

 

Bugün hâlâ “Keşke” diyen yetişkinler varsa,
yarın “İyi ki” diyebilen çocuklar olsun diye konuşmak zorundayız.

 

Bu köşeden bir kez daha altını çiziyorum:
Çocukları korumak bir tercih değil, toplumsal bir zorunluluktur.
Ve bu zorunluluk, ertelemeye gelmez.

 

Çünkü çocuklar büyür…
Ama görmezden gelinen yaralar, büyümeye devam eder.

 

 “Bir çocuk susarsa, toplum kaybeder.”

 

Gülseren BAŞOCAK


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —